Sanat diyeceğim, eğitimde resime, müziğe, spora veremediğimiz değerden bahsedeceğim. Tıpkı bilim gibi geliştirilmesi mühim olan sanat, yalnızca yetenekten geçiyor diyerek ötelediğimiz, önem vermediğimiz bir alan olarak algılanıyor ne yazıkki. Bu algı biçimi insanlara okul müfredatları tarafından çoktan aşılanmış bir durumda. Bunu düşünürken beni asıl üzen, bu aşılama tekniğini ileri gelenlerin yapmış ve sunmuş olması aslında. Düşünüyorumda nasıl on iki yıl boyunca müzik eğitimi alan çocuklarımız flüt çalmaktan öteye gidemiyor? Nasıl oluyorda beden dersleri her zaman boş ders olarak kafalara yerleşiyor? Resim dersi mi? Onunda pek iç açıcı olduğu söylenemez. Görsel becerilerin geliştirilmesi açısından büyük öneme sahip resim dersi, önem verilmeyenbir alan iken bizler kimden ne gibi bir hayal gücü bekleyebiliriz? Dünyaca ünlü yazarlara, baktığımızda eserlerinin çoğunun yaşanmışlıklardan ziyade hayal gücünden beslendiğini biliyoruz.
Antoine de Saint-Exupery’in Küçük Prens’i..
Eserde bir çocuğun hayal dünyası tüm derinlikleriyle işleniyor. Belkide çoğumuzun çocuk dünyası diye adlandıracağımız düşünceler bütünü dünyaca ünlü bir eser haline geliyor. Her kesime nokta atışı yapıyor. Bunu hayal gücü ile öyle bir harmanlıyorki, baştan sona düşler fakat gerçeğin aynası tadında düşler. Öğütlüyor, ders veriyor.
Milyonlarca insanın bulunduğu bir dünyada tek bir film ile sahip olduğumuz değerlere aslında olduğundan daha fazla değer vermemiz gerektiğini anlatan bir hayal gücü filmi daha!
John August’un yazdığı Büyük Balık (BigFish)..
Film baştan sona tamamen hayal gücü ile beslenmiş, hayatımızdaki insanları kimsenin yakalayamadığı bir ‘büyük balık’ olarak görmemizi sağlamış bir hikayeden oluşuyor. Bazen gerçekler fazlasıyla sığ gelebiliyor biz insanlara. Düş gücünden beslenerek gerçekleri daha çekici hale getirebilmenin yolu sanatın gücünden ileri geliyor.
Sanatın bu denli gücünden bahsederken değinmek istediğim asıl nokta, resme ve müziğe olduğundan daha az verilen önem ne yazıkki. Ortaya yeni birşeyler koymak ve üretime katkı sağlayabilmek, sorgulamak ve hayal etmekten geçiyor. Tabiki bilgi birikimi her zaman mühim. Fakat resmin bütününe bakıldığında, bu bilgileri olması gerekenden daha öteye götürebilmek hayal edip tasarlayabilmekten geçiyor. HazerfenAhmed Çelebi’nin uçma hikayesi efsane olsun veya olmasın, tamda işaret etmek istediğim örneği barındırıyor; Doğaya bakarak üretebilmek, kuşları gözlemleyerek uçabilmeği hayal etmek..
Nesillerin gelişimi eğitim sistemi ile sağlanıyorsa eğer, bu gelişimi yalnızca belirli dersler ile sınırlandırmak ne kadar doğru? Herkesin yalnızca matematik matematik diyerek yakındığı bir ortamda nasıl ilerleyebilir, üretim yapabiliriz? Pek sanmıyorum. Çünkü sanat, insanı hayattaki çirkinliklerden alıkoyan, daha çok düşündüren ve sentez yeteneğini geliştiren bir alan. Yaşamdaki tüm çirkinlik ve kirliliklerin sanata yeterince değer verilememesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Zaten insanların kafalarını boşaltıp rahatlayabileceği ve çalmaktan, oynamaktan, söylemekten zevk alacağı sanatın her bir dalı, kendilerini daha mutlu hissettireceğinden ötürü, ilgilenmesi gereken alana daha sakin bir kafayla odaklanmasını sağlayacaktır.
Ülkemizde neden sporcu yetişmiyor diyoruz fakat Beden Eğitimi ve Spor derslerini boş ders olarak niteleyen nesiller yetiştiriyoruz. Gençlerimizden neden bilim adamı çıkmıyor diyoruz, sosyoloji, felsefe, mantık gibi alanlar seçmeli ders olarak müfredata yerleştiriliyor. Gerçi kolektif olarak yanlış anlaşılan bir başka konu ise seçmeli derslerin boş ders olarak algılanması. Öğrencilere değil, meselenin ehillerine yakınıyorum!
Sosyal medyadada haberlerini okuyoruz, bilim ve teknoloji alanında üretebilen gençlerimiz var, var da hani neredeler? Projeleri yurtdışından destek alan fakat ülkemizde eleme potasına bile geçirilmemiş o güzel beyinler!
Ülkece eğitim konusunda ciddi olarak ele alınması gereken konularımız var. Önemsemediğimiz tüm bu alanlar, sorgulayamayan nesilleri beraberinde getirerek adım adım gerilemeye sebep oluyor. Sentez yeteneğini geliştiremeyen gençlerimiz, kendilerine sunulan böceklenmiş unu elemeden yemeğe kalkışırlarsa kolektif olarak karın ağrılarına yakalanıp zehirlenebiliriz.
Binlerce çocuğu köreltici bir eğitimin pençesine bırakıyorsunuz. Olgunlaşacak en erdemli meyvalar olacakken bu gençler, hepsini zehirli bir suyla suluyorsunuz. Sonrada büyüyüp toplum aleyhine bir suç işledikleri zaman, yani ağaç meyvalarını vermeye başladığı zaman onları cezaya çarptırıyorsunuz. Sizin bu yaptığınız nedir biliyor musunuz? Öldürme zevkini tadabilmek için, cinayeti körüklemek.