İnsanlar toplum içerisinde birbirlerine çok rahatlıkla ahkâm kesebiliyor. Bir başkası hakkında cüretkâr bir tavırla sert yorumlar yapabiliyor. Hem de hakkında henüz etraflıca bilgi sahibi olmadan, hatta karşısındaki kişiyi tanımadan. En ufak bir hareketine, düşüncesine takılıp, sırf kendi fikirlerine ters düştüğü için tepetaklak edebiliyor karşısındakini. Demiyor ki asıl mesele insanlık ve ahlak. Birde hadsizce gelmiş ahlaktan bahsediyor, insanlık dersi veriyor! Neye yarar bir kalp kırıldıktan sonra oysa. Özellikle insanların sadece dış görünüşlerine takılan belli tipler mevcut ne yazık ki toplumumuzda. Karşımdaki etten tırnaktan, duyguları ve düşünceleri olan bir bireydir demiyor vuruyor eleştiri kırbacını acımadan. Tanımaya çalışmak mı? O orada bir dursun, acelesi var çünkü kendisinin. Bir an önce yorumunu yapıp benliğini ön plana çıkarması lazım. Ya da durun çok biliyor ya kendisi filozof edasına bürünmesi gerek. Bir an önce! Aceleci ve bir o kadar da ne yaptığını bilmez.
Günümüz insanını çevreleyen bu durum şekilcilik olgusunda net çizgilerle gösteriyor kendini. Şekilcilik nedir mi? İnsanı rahatsız eden, yaralayan hatta örseleyen katı bir duruş. İnsanın gerçekliğinin, samimiyetinin göz ardı edildiği bir perde yalnızca. Buna rağmen hayatımızdan söküp atamadığımız bir perde..
Önyargıların önünün alınamadığı bir ortamda bu durum özellikle tesettür konusunu kıskacına almış durumda. Moda sektörünün gelişmesiyle birlikte, özellikle tesettür giyimde ki hızlı ilerleme, içimizde var olan şekilciliği daha saldırgan bir hale getirdi. O kadar takva sahibiyiz ki şal takanı ayrı eleştirir olduk. Çarşaf giyene farklı damgalar yapıştırdık. Tesettürlü olup pantolon giyene yakıştırmadığımız şey kalmadı. Ne mi oldu? Eleştirilerin dozu kaçırıldığı için kaş yapayım derken göz çıkardık. Doğru kelimelerle ve
üslupla uyarabileceğimiz bir insanı kaybeder olduk. Belki de bir insan kazanabilecekken.
İnsanlığın ötelendiği, ahlakın öneminin şekilciliğin gerisinde kaldığı bir ortam oluştu. Bunu yaparken etki tepki meselesi esasınca da karşımızda ki kişinin öfkesini kazanmış olduk. Çirkin halvetler kendini göstermeye başladı böylelikle. Tabii ki bahsettiğim şey yapılan yanlışların ve aşılan sınırların meşrulaştırılması değil. Asıl dikkati çekmek istediğim, karşımızdakini eleştirirken o insanı ne kadar tanıyoruz, manevi alemini ne kadar biliyoruz durumu. Yani doğru bir eleştiri yapsak dahi, halimiz, tavrımız ve üslubumuzda ki öneme vurgu yapmak istiyorum. Bu konu için şunu diyebiliriz, ölçü belli, ayet açık. Fakat yorumlama farklılıkları coğrafyaya göre değişebilmekte. Mükemmel ve kusursuz olan İslam’dır, insan değil. Yorumlamalarımıza bu açıdan baktığımız vakit kalp kırmadan eleştirebilmeyi de öğrenmiş olacağız. Eksiklikler, hatalar, kusurlar insanlara özgü olgulardır. Bir başkasını kendimizce eksik gördüklerimiz ışığında yargılara tabii tutarsak eğer, hani nerede senin ahlakın demezler mi? İnsanları şeklen yargılamamak lazım. Bu koca bir eksiklikten öteye gidememek olacaktır. “Birgün bir adam Efendimiz’e (sav) gelip diyor ki; ‘Ey Muhammed! Müslüman olmak istiyorum. Bunun için ne yapmam gerekiyor?’ Efendimiz buyuruyor; ‘Annene karşı davranışların da iyi huylu ol, ahlaklı ol’ buyuruyor.’ Sonrasında ise Efendimiz (sav) Kelime-i Şehadet getirebileceğini söylüyor.” Buradan dinimizin ahlakı sağlam bir zemine oturttuğunu, ilk evrede en önemlisinin ahlak olduğunu anlayabiliyoruz. Bu yüzden yaratılana karşı peşin hükümlü olmadan, sevgi ve merhameti kaçırmadan kendimizi ifade edebilirsek eğer, şekle takılmanın da ne denli yanlış olduğunu anlayabiliriz. Bizler kolaylaştıran fakat güçleştirmeyen Müslümanlar(insanlar) olmalıyız ki her zaman örnek teşkil edebilelim, kazanım sahibi olabilelim.
Birbirini yıkıp dökerek değil, merhamet ve sevgiyle yaklaşarak geçirilen bir ömür temenni ediyorum.